25 Ağustos 2010 Çarşamba

yine yeniden...

Dolapla uğraşırken çok ihmal ettim günlüğümü...

Bazen bir adım atasım geliyor, tam ayağımı kaldırıyorum , bir el ayağıma yapışıyor sanki,
Kafamın içinde bir ses ;
- "Yapma , uğraşma, bırak"

Doğru diyor, çünkü biliyorum o adım bir kaos yaratacak, taşlar yerinden oynayacak...
Dengeleri alt üst etmek istiyorum bazen
Sarsmak insanları
Kim olursa olsun , hislerimiz aynı sonuçta
Bir kalp atışına bakıyor gözlerimizin yeni bir güne açılması
Ve hergün inatla unutuyoruz karşımızdakinin insan olduğunu
Hani çizgi filmlerde karakterler asla ölmez ya
Bizde öyle sanıyoruz karşımızdakini,
Duygusuz duvar gibi, hırpalanmaya müsait
Yara almıyor, içerlemiyor, anlamıyor sanki...
Parçalanıyor içten içte, sonra her adımda bir parça bırakıyor arkasında,
Parça parça yok oluyor sonunda....

Deymez, asla değmeyecek...
En iyisi o adımı atmamak zaten.
Ayağımı tutan o el, tutmaya devam etsin bence...

3 Ağustos 2010 Salı

Ego suyuna çorba...

Ya sen o kadar oku et, senin yarı beynine sahip olmayan adam gelsin üstünde ego gösterisi yapsın olacak iş değil! Bak yavrum koskocaman olmuşsun artık ne ağzında emzik ne de g.tünde bez var, öle birilerini müdüre çocuk gibi şikayet etme yaşını 30 sene kadar geçmişsin sen!

Sırf bu sebepten bi boka yaramayan bir jenerasyon geliyor. Görüyorlar ki anneleri babaları kütüphaneleri devirip, "Türkiye'nin sayılı bilmemlenerinden " olmalarına ramen hep bir ayağa basma, hep bir kıskanma, nifak sokma, dedikodu çıkarma, sebepsiz ego gösterileriyle karşı karşıya kalıyorlar, onlar da "sokarım bi tarafına ne okucam laaaann" diyerekten veriyor kendini zengin kız ya da erkek arayışına. 

Bende  "bu yeni generasyon ne olacak vah vah vah, çocuk falan yapılmaz bu devirde yazık yazık"diye düşünen gruptan olmama ramen, düşününce hak veriyorum valla. Çalışmayın lan, bütün gün gezin tozun, parayı da bulun şahane. 85 dil bilip,2 tane master yapsanız bile sonunda gelip geleceğiniz yer ( eğer şansınız yaver gitmezse) , bir eziğin alt kadrosudur. Üstünüzde de bir ezik olduğu sürece oturduğunuz masadan anca istifa edince kalkarsınız!!!!

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Yani şimdi bütün seçeneklerim tükendi mi benim?

Evlilik hazırlığında olan bir arkadaşımın sözleri bunlar; Yani bütün seçeneklerim bitti mi şimdi? Yıllardır heveslendiğim ve heyecanla beklediğim "Ben kiminle evlenicem acaba ?" sorusunun cevabı bu kadar burnumun dibinde miydi yahu? Peki ya beyaz at, 3 gün 3 gece düğün, camdan saraylar, "..ve hep mutlu yaşadılar" ben neden göremiyorum bütün bunları ? Hani herşey toz pembe olurdu, hani sadece detaydı evlilik hazırlığı denilen şey; "aman ev dediğin nedir ki...." ile başlayan cümleler...

Yalan! koca bir yalan!

Bütün bu anlatılan beyaz bulutların üstündeymişsin izlenimi uyandıran hayallerin hepsi yalan. Her ne olursa olsun ve her kim olursan ol; evlilik sadece iki kişinin hayatının birleşmesi değil,  iki ailenin de birleşmesi ; hem de çok sancılı geçen , satranç gibi oynadığın bir ilişkiler yumağı. Bir anda birilerine anne-baba demeye başlıyorsun. Senin binbir hevesle beklediğin evine koltuk alınırken herkes birbirine giriyor! Düğün sonrasında takılacak takıların kimde kalacağı bile aylar öncesinden belirleniyor!

"Peki ya bütün bunlar olurken beni soracaksın mutlu değil miyim diye?"
"Mutluluğumu düğünden sonraya saklıyorum çünkü imzayı atıktan sonra kim kimi gırtlaklamış umrumda bile değil. " 


Yazık çok yazık, o kadar üzüldüm ki arkadaşımın haline. İnsan severek bir karar veriyor ve aileler koccamaaann egoları yüzünden iki gencin daha başlamamış evlilik hayatlarını zehir ediyorlar! Yani ne olur ki anlaşıverseler, hani hatır için çiğ tavuk yenir misali... Nasıl olsa herşey düğüne kadar...


 

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Sinirliyim asabiyim vb.

Haha ve haha insanları sevmemek ile nefret etmek arasındaki ince çizgi varya işte ben o çizgiyi çoktan geçtim! Kompleksli, başkalarının mutluluklarına ve başarılarına çomak sokmaya meğilli, başkalarının mutsuzluğuyla mutlu olan iğrenç yaratıklarız kabul edin. İğrenciz çünkü kendimizdeki eksikler herkeste olsun isteriz, herkes bizim kadar mutsuz olsun isteriz. Başarıyı övmekten çok yermeye bayılırız. Eğitimin kıymeti yoktur zaten okuduysan adam değilisn! haha ve haha! Böyle düşünen ve davranan yaratıklar hepiniz ölün emi!

15 Temmuz 2010 Perşembe

Sıcaktan beyni sulanan lotocu amca

Hava 40 derece öğle yemeği yemek için dışarı çıkmak gibi bir gerzeklik yaptım; ama sebebim var;

Odama yerleşen ve hala eşşek olup olmadığını çözemediğim, renk kombinasyonu modaya uygun bir arı tarafından sabahtan beri taciz ediliyorum!! ha soktu ha sokacak korkusuna daha fazla dayanamadım ve kendimi attım öğle sıcağında sokağa. Adımı atmamla beynim sahanda yumurtaya döndü. Neyse içimdeki g.. korkusuyla odaya bir süre geri dönemeyeceğim için yiğitliğime b.k sürdürmeden gezinmeye devam ettim. Dengeli beslenmede çığır açan dondurma ve kola menusunden oluşan yemeğide yedikten sonra ,ofise geri dönmek üzere yola koyuldum kiiiiii biri bana "geeeellll geelllllllll" dedi. Bakkalın önünde oturan " 2 milyonnnnnnnnnnnnnnnn 2 milyonnnnnnn" diye nara atan amcanın bu yardım çığlığına kayıtsız kalamazdım. Birden aklıma bu akşam süper lotonun çekileceği ve ikramiyenin iki milyon olduğu geldi. Ve işte olaylar silsilesi;

-Süper loto di mi bugün ki?
-He süper, süper
-Tamam süper de?!
-Süper iki milyon 
-Ama burda 5 kolon var 5 milyon bu
-Tamam iki milyon da beş milyon
-Nasıl yani
-İki milyon beş milyon işte kızım 
-Amca nasıl yani????

Kafa baloncuklarım o anda ünlem kurukafa soru işareti yıldız vs ile doldu taştı. Bilemedim ne yapacağımı, amca sıcaktan kendini kaybetmiş havale geçiriyor ben ne diyim daha? Neyse ben 5 milyonu verdim o hala para üstü vermeye çalışıyordu!!!
-Yorumsuz-

Not: Arı hala burda, bu her çiçekten bal alırsın numarası yalan, bu feleğin çemberinden geçmiş efendi uslu çocuk belli sevdim keratayı, yaşasın gayri bir süre burda..

13 Temmuz 2010 Salı

Dünya kupasının asıl kazananı ;İker Casillas



En büyük hatta battal boy koyucam resmini Casillas'ın.Sebebi mi?

Ne yakışlılığı ne karizması ne zartı ne zurtu!

Adam gol atılınca çocuk gibi ağlayabiliyor yahu! Şampiyonluk = sayla sümük diye demeç vermesini beklerken bir de sevgilisine verdiği o kutlama busesi ( !) var ki bütün dünya'nın dilinde . Millet tweetten tweete koşuyor bu konuyu konuşacak diye. Ayrıca kaç senedir evli olduğunu unutmuş, soğuk benizli annemin bile Casillas'ın o mahsun ve duygusal halini görünce gözleri doldu;
"Ah pekte mutlu oldu kıyamam ben ona ne içli çocukmuş zaar" yorumu ayrıca bu mutlu anımı kahkaha bombasına tuttu. 

Ben Totti'yi de severdim, her ne kadar kendisi Roma'lı bir şövalye olduğu gibi şizofrenik hayallere inansada, heralde takım oyununu iyi oynayan ( ama kaptan olması şart aşağısı kurtarmıyor:)), bir şey için kanının son damlasına kadar savaşabilecek ve zaferlerini egosuyla değil yüreğinin en derini ile kutlayan erkeklere karşı ayrı bir vicdan besliyorum. Bu sebepleeeee İker'ciğimi doğuran ananın ellerinden öpüyor, Sarah'a da akıllı ol, bu temiz çocuğu kaparlar yoksa elinden mesajını caaanıı gönülden gönderiyorum:)

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Hibiscus lemonade ve anlam karmaşası

Yaz gelince içilen içeçeklerde sıcaklıklarla ters orantılı olarak sıcaktan soğuğa geçiyor. Tabi ailemizin bir ferdi olmaya aday Starbucks'ında menusu soğumaya başlıyor. Şimdi birazdan bahsedeceğim ürün her ne kadar geçen sene de Starbucks menüsünde olmuş olsada, bu sene menuyu sorgulayasın geldi!

Geçen sene yaz menusune giren Green-tea Lemonade ve Hibiscus Lemonade'yi hiç sesimi çıkarmadan lıkır lıkır içtim, fakat bu sene etraftaki bitki sorgulama manyaklığına kendimi kaptırmış olacağımkiiii bu limonataya karıştırılan "hibiscus"un ne olduğunu neden limonataya karıştırıldığını vs. sorgulayasım geldi.

Malum bir Starbucks'ta ilk önüme gelen baristaya bu ahret sorusunu sordum 

"Hibiscus nedir , ne işe yarar?"

Cevap pek tatmin ediciydi; hımmmmm şimdi bu aslında japon gülü sanırım ama pekte bi tadı olmaz japon gülünün...hımmm.... Ahmet Bey bir bakar mısınız hanımefendiye.....?!?!?!

Ahmet Bey geldi, cevap yine çok tatmin edici;

Hımm bu Atatürk çiçeği, bakın zaten görseline aynısı, hafif mayhoş bir tat veriyor limonataya...

Peki sizce bu cevap tatmin edici mi? Haydi hep bir ağızdan " HAYIIIIRRRRRRR"

Sonunda cevabımı Hz. Google'dan buldum zaten;

İşte Hibiscus'un asıl kimliği;
Hibiskus, Hibiküs, Hibiscus sabdariffa
Karabamya
Afrika Bamyası
Familyası: Ebemgömecigiller, Malvengewaechse, Malvaceae
ulanılması:
a-) Üniversite kliniklerinde tedavi denemeleri ve araştırmalar yapılmamıştır. Bu nedenle bugünkü bilgilere göre 2. sınıf bir şifalı bitkidir. Hibiskus yerine göre daha etkili olan başka bitkiler kulanılmalıdır örneğin: Pekliğe karşı Ravent-, Keten-, Sinameki-, Nane-, Akdiken-, veya Gökçek İksiri daha etkildir.

b-) Komisyon E’nin Alman sağlık bakanlığınabağlı olarak çalışan Komisyon E’nin 01.02.1990 tarih ve 22a nolu monografi bildirisine göre hibiskusun tatlandırıcı, renk verici ve aroma verici olarak kulanılabileceğiaçıklanmıştır.
c-) Afrikada halkarasında müshil yapıcı ve renk verici olarak kulanılır. Ayrıca çok az oranda iştahaçıcı ve iltihapları önleyici özeliği olduğu ileri sürülmektedir. Fakat Afrikada asıl hararete karşı serinletici olarak kulanılmaktadır.
Çay: Bir kahve kaşığı ince kıyılmış, kurutulmuş hibiskus kupa yaprağı demliğe konur ve üzerine 300-400 ml kaynarsu doldurulduktan sonra 5-10 dakika demlemeye bırakıldıktan sonra süzülerek içilir.





İşte durum bundan ibaret:)

4 Temmuz 2010 Pazar

Home Store Cafe Alaçatı!

Her haftasonu olduğu gibi bu haftasonu da Alaçatı oldukça kalabalık ve gürültülüydü. Gedikli bir çeşme fanatiği olarak alaçatı'nın geldiği hal hakkında çok da tatlı yorumlarım yok. Sanki şalvarlı Ayşe teyzeyle köy kahvesinde çekirdek çintmek bana daha çok keyif veriyordu. Çünkü o zaman giyinmek kuşanmak, makyaj yapmak, topuklu ayakkabı giymek zorunluluğu yoktu Alaçatı'ya giderken. Herşeyden arınmış en yalın halinizle gidebileceğiniz bir nevi "halka karışıp" görünmez olabileceğiniz bir yerdi Alaçatı. Neyse günler geçtikçe alışıyor insan her türlü değişikliğe.Fakat o meşhur cafelerin olduğu caddede oturmam hala mümkün değil. Sanki her yoldan geçenin yemek seçimime bir yorum yapacağı ya da konuşa konuşa giden bir grubun salivasının yemeğimle buluşmasının an meselesi olduğu gibi paranoyak halüsinasyonlar görmeye pek meğilliyim. İşte bu sebepten Alaçatı'nın arka sokakları daha çok hoşuma gidiyor. Daha samimi, daha izdihamsız ve daha sakin geliyor derkeennnn bir de ne göreyim ; Home Store Alaçatı'da işte tam böyle bir yere açılmış. Pazar yerinin girişine açılan Home Store, butik-cafe konseptini burada da sürdürmüş. Gelen misafirler ufak bir butik turundan sonra meyve ve gül ağaçlarıyla dolu arka bahçede, muhteşem müzikler eşliğinde yemeklerini yiyip dilekdikleri kadar sohbet edebiliyorlar. Hani şöyle "bir gideyim arkadaşlarımla yemek yiyip saatlerce sohbet edeyim kimsede bana karışmasın canımm" naraları atarız ya arada , derdimize derman olmuşlar sonunda:)
Butik harici beni en çok cezbeden rahat koltukları, muhteşem bahçesi ve tabiki şahane sushi yapıyor olmaları. İzmir'de Home Store kapandı artık İstanbul'a mı gitmek lazım diye aval aval dolaşan ahali müjde ;Hem kalite hem de rahatlık isteyen herkese Home Store Alaçatı'yı şiddetle tavsiye ediyorum.

29 Haziran 2010 Salı

Çizgiler çizgiler...




Epson'un yeni kampanyası "Long live memories" görsellerinden sadece biri... Çok gerçekçi, hiç birşey yapmadan kendini anlatıyor... Her çizginin ayrı bir anısı , ayrı bir hatırası var... ve onlar Epson objektifi ile ölümsüzleşiyor, tıpkı çizgilerde ölümsüzleşen anılar gibi...

28 Haziran 2010 Pazartesi

dostluk??

dostluk...

Nedir?

olmalı mıdır, olmamalı mıdır?

Kiminle olunur kiminle olunmaz??

Büyük sorunsal öyle değil mi? Huysuzum ya bu konuda da olay çıkarıcam muhakkak. DOst olunmaz arkadaşım dostluk yaşanılır, kazanılır, emek verilir yıllarca, yeni dikilmiş bir fidan gibi özenle ve sevgiyle beslenir.

Aynı yaşam alanını paylaşmakla dost olunmaz. Karşılıklı oturuyoruz diye benden bütün özelimi anlatmamı bekleyemezsin, beni yargılayamaz, benim kişiliğim hakkında tahminlerde bulunamazsın. Sanane benden, sanane benim hayatımdan?... Ben ne senin anlayabileceğin ne de yargılayabileceğin türden biriyim ey arkadaş...

25 Haziran 2010 Cuma

Bihter ile Behlül ve günümüz erkekleri

Esaslı bir vedaydı dün geceki Aşk-ı memnu finali. Detaylandırılabilecek yerler olmasına ramen bol gizli mesaj taşıyordu son 20 dk.daki her sahne...

Behlül yıllar öncesine ait bir karakter olmasına ramen ; "Piçlik" adı altında bir sürü genç kızı bir çırpıda kullanıp atan, bu kızların hayatlarını mahveden, arada denk gelirse aşık olan fakat "karizmasına" leke gelmemesi ve o aşkın yükünü taşıyacak gücü olmaması sebebiyle bir var bir yok görünen günümüz erkeklerine ne de çok benziyor değil mi? Bu erkekler hiç düşünmezler annelerinin de birer kadın olduğunu, bir kadının kalbi kırıldığında nelere mal olabileceğini...Her ne olursa olsun bir kadın aşık olduğunda bütün dünyası durur. Kalbi "O"nu haykırarak atar, gözünden akan her damla yaş yeni bir yara açar kalbinde. Oysa bu futursuz erkeğimiz kaypaklığından başka birinin kollarına atar kendini. Bir kalpten kaçarken, onlarcasını kırar bir anda. Kadın aşkı için hiç yere gururunu, onurunu, bütün itibarını ayaklar altında alır. Gerekirse bütün dünyaya savaş açar ama erkeğimiz bir balık gibi kadının ellerinin arasından kayıp gider.

O herşeyin bittiği anda , herşeyin sona erdiği anda bile bu zayıf erkek yenilmeye ve kaçmaya mahkumdur. Şekli ve kendine yarattığı bu balon hayat tek bir iğne dokunuşuyla patlamaya mahkumdur.

Bu hikayelerin hepsi sonunda mutsuz bitmiyor. Bither gibi ölüme yenik düşenler olduğu gibi, aşkını kalbinden söküp atan ve gerçekten o kalbi hakedene vermek için bekleyenlerde var.

Bu dünyada mutlu olmayı en çok elindeki yaramaz çocuğun uslanmasını bekleyip, yıllarını bu uğurda verip, bir gün gerçekleri kabul edip kendini zincirlerinden arındırmış ve yeni bir hayata yelken açmış güçlü kadınlar hak ediyor.

Ve her ne yaşanmış olursa olsun dimdik ayakta yine iyiler kalıyor.

Çok nedenli denklem

Neden kalbi kırmadan, güçlü olmadan yaşamak zor gelmeye başladı? Neden güç kavgalarımız ve egolarımız havalarda çarpışıyorlar? Birliğin kuvvetten doğduğu, her yeni fikirden 1 kilometre taşı çıkabileceği, ufak bir kıvılcımın gürleyen ateşlere dönüşebileceği gerçekken, egosantrik ilkel insan doğasının milattan öncelere dönüşü neden?

Neden “BEN”e yenik düşeriz ya da neden “Ben”den sıyrılmadan bir dakika yaşamayız. Yaradılışımızda toprağın varlığının kesin olduğu kadar, su gördüğümüzde çamurlaştığımız katidir.

Herkesin kalbinin bir yerlerinde kırgınlıkları, kabuk bağlamış yaraları, akmaya hazır gözyaşları var. Ve eminim herkes her gün sıcacık yatağından kocaman bir gülümsemeyle kalkmıyor. Sorunun kaynağıyla yüzleşmeye gücü olmayan insanoğlu bütün bu içindeki zehri “diğerlerine” akıtıyor. Suçu olmayanı, iyi kalpli ve anlayışlı olanı bir damlada boğuyor işte. Mütevazilik ve efendilik erdemken, enayiliğe dönüşüyor bir yerde.


Olsun iyi iyiyi bir yerlerde buluyor nasıl olsa