16 Aralık 2009 Çarşamba

Tır çarpması!!

Evet evet, doğru...

Benim caaanım arabama tır çarptı, nasıl mı?

Günlerden cuma günü,

Ben ve arabam masum masum iki şeritten oluşan köprüye girmek üzereyken, yanımızda güldür güldür gelmekte olan 3 adet tırı farkettik. ( Sadece şöförün değil arabalarında duyguları var buna sonsuz inanıyorum).Ama trafik bu tırı da olur kamyonu da sorun değil diye içimden geçirdim. Ben içimden içimden konuşurken 3 tır ve benim konumu şöyleydi;

Tır, tır, ben ,tır....

Şu dizilim bile başıma geleni tahmin etmenizi sağlamıştır heralde...

En sondaki tır şöförü arkadaş;

-Ulan uğur böceği senin ne işin var bizim aramızda??
diye düşünmüş olacak ki arabamı arkadan kaktırmak suretiyle dürttü...

Dürttüğü yetmemiş gibi bir de korna çaldı, hadi bunu da yaptığı yetmemiş gibi arkasına bile bakmadan bastı gitti.

Ben sadece olayın şokuyla bön bön baktım, arabayı anca sağa çektim ve durdum. Nasıl olduğunu anlamadım ama arabamda fazla bir hasar yoktu...

Burda tırın bir kabahati yok, kabahat onu süren insan hayvanıyla, o tırı ona teslim eden büyük patron insan hayvanının!!!

9 Aralık 2009 Çarşamba

Chanel Kolye ve Z

Çok sevgili "Z"

Kafamı yedin bitirdin. Sana telefonda söylendim yetmedi, burdan da yazıyorum. Bir insan 3.cü dünya savaşının çıkış haberini almış gibi bir ses tonuyla;

"Cadıı ben Chanel kolye istiyorummmmmmmmmmmm" diye nara atar mı?

Kimse atamaz Z atar!

Harvey'e git, e-bay'den al, hatta yetmedi git kendin al demem hiç bir çözüm getirmediği gibi bir de işleri iyice arapsaçına benzettim.

İş "Senin blog yazdığından benim nasıl kuru bir e-maille haberim olurrrrrr"a kadar gitti.:)

Çok sevgili "Z" seni ana rahmine düşmeden bile tanıyordum, emin ol yawrum seni benden başkası çekemez, çekmeye kalkana da çektirtmem , onca yıl kahrını çektim başkasına yar etmem seni :)
o Chanel kolyeyi de alıcam ben sana merak etme:) Sen yat istihareye ben geliyorum:)

öpücükler:))

sonunda bu da oldu...

Ne mi oldu?

Midemde reflü çıktı, nur topu gibi ilaçlarım oldu.
yeme de yanında yat oldu, tadından yenmez oldu. olmayan iştahım iyice kesildi, sağlıklı beslenme diyeti ölüm rejimine döndü falannn filann...

Yok yok, bunların hepsi oluyor ama altında yatan sebep farklı... Çok sevdiğim sevdiceğim "x" yok ya yanımda ondan oluyor bunlar... Şöyle bir yüzünü gösterip gidecek yine, içimde böyle buruk bir sevinç var işte. Bir yanım şükret haline diyor, bir yanımda hala arsız.

Göndermesem, telefon edip;

"Ey komutan göndermiyorum ulan adamı, zaten ayrı koydunuz koyacağınız kadar" desem?

İşte tam bu cümleyi kurduğum anda bile kafamın içindeki sesler bana şöyle diyor;

"Sus kızım beterin beteri var, sus, otur, bekle"

Kodlamalar, iç sesler, kontrol ve savunma mekanizmaları size söylüyorum;

Toplanıp gelin ulan, ben adamı geri göndermek istemiyorum, şımarıklıksa şımarıklık... Ağlasam da sızlasam da sonuç değişmeyecek nasıl olsa, Nuh denecek Peygamber denmeyecek. Bırakayım kendimi de burada çemkireyim bari...

1 Aralık 2009 Salı

Bayıldım!!

Madem burası benim blogum o zaman canım ne isterse yazarım öyle değil mi? :)

HEr sabah olduğu gibi bu sabahta uyanıp, kendimi kaldırıp, işe gelip, moda bloglarına göz atmaya başladım ki şu iki stile aşık oldum. Sabahın bu kör esselasında bu blogu yazıp paylaşma isteğim ondandır.:)


Biiirrrrrrrrrrrrrrrrr!!


Biiirrrrrrrrrrrrrrrrr!!
Trench kotuna bayıldığım insan parçası. Saçının modeline , kotunun rengine kurban!
Karizmatik olmak böle bir şey galiba. Giydiğin iki parça bile olsa, sen onu üstünde güzel taşıyabiliyorsan tamamdır! Gerçi resimdeki amcayla çok sevgili sevdiceğim "x"in benzerliği de söz konusu, bu amcayı önemli kılan etkenlerden biri de bu olabilir:)
Ayrıca arkadaki yeşil t-shirt sahibi arkadaşında t-shirt ve ceket uyumuna bayıldım. Ceket biraz gölgede kalmış ama mikroskobik bir incelemeyle "louis" tarzı ve kısa bir ceket olduğu ortaya çıkıyor. Ben öyle gördüm ve çok beğendim. Eğer öyle değilse hayal kırıklığına uğrayabilirim.

İkiiiiiiiiiiiiiiiiiiii!!!



Bu teyze kimdir bilmiyorum ama ara ara bloglarda resmi çıkıp durur. Mesleği tasarımcılık sanıyorum. Maskülen ve androjen bir tarzı vardır bu teyzenin ve ben bu tarza bayılırım. Peki neden özellikle bu fotoğraf??
Çünkü bu fotoğrafta benim en sevdiğim renkler Taba ve altın sarısı var!
1- Makosen ayakkabıya bayılırım, insana Londra'dan fırlamış gibi bir tarz verir. Buralarda çok anlayanı yok gerçi, bana uzaylı gibi baksalarda ben inatla giyiyorum:)
2- Taba rengi deri ceket; hastasıyım, model model, çeşit çeşit var. Gördükçe de alasım geliyor:)
3-Dore toka detaylı taba kemer ve dore kalın bileklik ; Allah'ım sana geliyorum:)

Bu iki insan evladının da tarzına bayıldım, ikisine de hayatlarında muafakkiyetler diliyorum.


Sevgiler:)

30 Kasım 2009 Pazartesi

Bayram sonrası ve önemi:)

Bayram benim için, bol şeker( dolayısıyla seratonin), uyku, muhabbet ve bol kahveden oluşuyor. Bu dörtleme bu bayramda da bozulmadı. Bolca baklava ve kadayıf yedim. Her ne kadar diyetisyenimin tartısında bütün yediklerim ayyuka çıkacak olsa da ; Yedim ve hiç PİŞMAN değilim:))
Bol, bol makale okudum, yine çok düşündüm, çok yazdım, çok uyudum, bir sürü de rüya gördüm. Bu arada hiç kaçırırmıyım alışveriş yaptım. Hazır konusu açılmışken araya sokuşturayım Zara'da şahane şeyler var. Tabi bu kadar mutlu olmamın tek sebebi bu bayramda olan bitenler değil. x'in bu hafta sonu yurt toprağına dönüyor olması:) Neşe doluyor insan adeta. Temelli değil belki ama bir kaç güncük bile olsa burada olacağını bilmek çok güzel :)

Kısa yazdım, uzun yazıp saçmalamak istemedim.

Sevgiler :)

25 Kasım 2009 Çarşamba

Bayram arifesi anlam ve önemi...

Follow my blog with bloglovin

Her bayram arifesinde olduğu gibi bu bayram arifesi de çalışıyorum. Her iş yerinde olduğu gibi bu iş yerinde de günün anlam ve önemine uygun olarak bayramlaşılacak. Buraya kadar bir sorun yok.

Sorunun başladığı yer şu ki; ben normal zamanda kıskançlık ve hasetliğinden 100.000 defa arkamdan konuşurken suç üstü bastığım, her türlü dedikoduyu arkamdan dolaştıran, haysiyetsiz, midesiz, karaktersiz o şahsiyetsiz şahısla sırf " Bayramda bütün küsler barışır, samanlık seyran olur" felsefesi yüzünden karşılıklı oturup gülüşecekmiyim ?
Ya gülüşmeyi de geçtim, ben karşılıklı oturmak bile istemiyorum. Ben mantık çerçevesine sığmayan her türlü dedikodu, fesatlık, entrika vb. olaylara kafası basmayan bir insanım. Siyahla beyaz arasında başka rengim yok benim. Birinin ölümüne arkasından konuşup kuyusunu kazıyorsan, onun suratına gülüp "Canım, kuzum, hayatım, bir tanem, ben hep senin yanındayım, destekçinim" vb. yapmayacaksın! İşte o şahsiyetsiz şahıs böyle davrandıkça benim midem kalkıyor ve doğal olarak suratına tükürmekten başka birşey yapasım gelmiyor!

Şimdi ben hiç hatam/ suçum olmadığı yerde bu insan yüzünden hergün ofiste gerilirken, bayramlaşma sebebiyle gülüşecekmiyim! Aklım , hayalim, mantığım almıyor, almayacak da!!!!! Sırf bu tür gerginlikleri aşmak için NLP, koçluk, stres yönetimi vs. eğitimleri aldım. Ama sonunda yine gördüm ki sorun bende değil. Çünkü zaten benim sinirimin hopladığı yer en sabırlı insanın bile cinnet geçirdiği o en son nokta! Beni bir tek yazmak rahatlatıyor galiba, onu da fazlasıyla yapıyorum zaten...

Neyse dert yanmam bittiğine göre hepinizin bayramını kutlama faslına geçebilirim:)
Bayramınız mübarek olaaaa:))

Sevgiler...

24 Kasım 2009 Salı

aslında bugün biraz canım sıkkın...

Tahminimce Atina üzerinden esmeye başlayan lodos, bugün memleketimin sınırları içerisine doğru süzülüyor. Yoksa bu uykuculuğu, müşkül pesentliği ve tv/yorgan ikilisine bağlılığı başka türlü anlatamam.

Çok zor geldim işe, kendimi evden zor attım, şöyle bir oturasım, dizimaximi açıp dizi izleyesim, kedilerimle oynayasım falan vardı. Eric Fromm ve Oscar Wilde'ıma da az ilgi gösterdim bu ara. Denize karşı oturup şöyle sakin sakin , bir elimde kahve , bir elimde kitap oturasım var...

Ptt'deki canım emekliler ve toplu taşıma aracı rezaleti!

Hani bazen bazı şeyler bile bile sizi bulur ya işte bugün o gün:)Ama bugünkü hikayemizin bir öncesi bir geçmişi var, hemen anlatıyorum;

Haftalardır gözlerimi açtım pencerenin önünde bana gelecek postayı bekliyorum. Tabi bir de geçen hafta hasta olup evden çıkmadığımı var sayarsak, kendimi bu bekleme işime kaptırdım gidiyorum diyebiliriz. Benim hastalıktan kafamı kaldıramadığım o günlerden birinde, tam ben uyuyakalmışken, sanki onca gün boşuna beklemişim gibi, canım postacı amca ( burdan tüm sülalesine sevgiler:)), eve gelmiş ve ben hanımefendiyi görmeden bu postayı vermem , münkün değil vermem aman da vermem gelsin şubeden alsın demiş ve gitmiş! Tabi ben bunu öğrendiğimde antep isotunu fazla kaçıranlar gibi kıpkırmızı oldum sinirden, hatta kulaklarımdan duman bile çıktı frankestein misali biliyorum, hissettim :). Neyse günlerden bugündür ki ben yolunu dahi bilmediğim PTT gittim, bir şekilde buldum artık Allah ne verdiyse. Gittim ama gider gitmez gördüğüm manzara şu; 10 metrelik bir emekli maaşı kuyruğu ve de işin komik tarafı maaş alacak ve almayacak herkesi kuyruğa sokmuşlar!!!! İnsanlara saygımdan ağzımı açıp birşey demedim tabi, gariplerim helak oluyorlar o sıralarda ( huysuzum ama vicdanlıyım :)).

İçeriye tedirgin adımlarla girdim , tabi postayı nerden alacağınızı anlayabilmeniz için ya kozmik bir gücünüz olacak ya da tepeden vahiy inecek, çünkü Ptt açık ama içeride çalışan yok. Böyle bir 15 dakika avel avel etrafa bakarak bir canlı belirtisi görürmüyüm diye bekledim. Peki sonra noldu? Ah görevli geldi ama keşke gelmeseydi!!!. Dakika tuttum tam 20 dakika boyunca, masasını düzeltti, hırkasını giydi, çayını aldı, diğer görevlilerle şakalaştı, böyle şen şakrak bir 20 dakika geçti. En sonunda sağolsun "Ne vardı?" gibi korkunç güzel ve anlamlı bir soruyla bizi karşıladı. Lütfetti majesteleri halkına indi, bizimle muhattap oldu ,pek bir müteşekkir oldum, kendimi değerli hissettim, bir hoş oldum walla!!?!?!?!

Ptt rezaletinden sonra işe gitmek üzere yola koyuldum. Yurdum vapuruna bindim.Son dakikada yetiştiğim için oturacak yer yoktu, bende en arkadan dışarı çıktım. Tabi malum bütün sigara içenler orda. İçsinler laf etmiyorum. Ama benim şansımadır ki, bütün sigara içen grip insanlar benim tarafımdaydı ve hepside sözleşmiş gibi benim olduğum tarafa doğru bir öksürdüler bir hapşurdular. Gözlerime inanamadım, hapşururken ağız kapatmaktan yoksun bir milletiz. Bir de bu insanlar okumuş görüntülü, takım elbiseli, adam/kadın görünümlü insanlar. Şaka gibiydi. Yine nefret ettim walla, ya beni buluyor bunlar ya da ben algıda seçicilik yapıyorum....

Sevgiler!!!!!!!

23 Kasım 2009 Pazartesi

Koyunsan sürüye katıl, şehirde ne işin var!

Yaklaşık bir haftadır domuz gribinden nasibimi almış bir şekilde evde yatıyordum. Bu yatar vaziyetim yüzünden üstüne afakanlar basan annem ise dün beni ( büyük bir hata yaparak!!) insan içine çıkardı. Zaten evdeki koltukta izim çıkmışken , ben yerimden kalkmayı hiç istemezken, dışarıya çıkmak fikri zaten suratsız olan beni daha da suratsız yapmaya yetti!!

Benim hastalıktan günlerim şaşmış zaten pazar olduğunu unutmuştum. Etrafta onca insan çil yavrusu gibi! Kendimi "I'm a legend"da mutasyona uğramış insanlar tarafından saldırıya uğrayan Will Smith gibi hissettim. Çünkü bir haftadır, toplam gördüğüm insan + hayvan sayısı 10'u geçmemiştir.

Neyse, gittik deniz kenarı bir yere oturduk. Aman yarabbim zaten çayır çimene karışmış bir yer. Ayağımı atmamla kocaman bir çamur kütlesine basmam bir oldu
( VARAN-1) . Böyle içimden ulvi bir ses bana "Sen sakinsin kızım, sakin ol, nefes al nefes ver" diyor. Biraz işe yaradı tabi, sakinleştim sanıyorsanız yanılmayın sakın, sadece garsonun canını bağışladım o kadar:)

Bu badireden sonra hemen bir arkadaki masaya geçtik ve başladık beklemeye... 5 dk..10dk..15 dk..20 dk.. garson yok!! Garson gelmiyor!!! Şöyle okkalı bir "BAKAR MISINIZ!!!" diye bağırasım geldi ama sesim o kadar kısık ki duymaya imkan yok!!!( VARAN-2) Tabi benimle genetiği bir annem olaya el koydu, garson tıpış tıpış geldi...

VARAN-3 ; En güzel bölümünü en sona sakladım;

Şimdilerde pek moda kapıya hoşgeldiniz beş gittiniz diyen görevliler koymak. Hani şöyle bir düşününce diyorsun ki bu da iş mi? Kapasitesi kıt biri bile bu işi hemen kıvırır! I-ıh kazın ayağı öyle değil işte.Kapıya bir hatun koymuşlar, görünüşü zaten paçoz! Şimdi buna demişler ki sen kapıdan girenlere gül ve gözlerini büyük büyük böyle binbir gecedeki bergüzar misali açarak kaç kişisiniz de, sonrada yemek yiyip yemeyeceklerini sor. İşte Muhtemelen bunları o kıza anlatan kıza daha detaylı bir sürü şey anlatmıştır ama kızın kapasitesi iki cümle olduğu içn iki cümleyi kaydetmiş sadece gerisi yok.

Şimdi biz ilk girdik; gözlerini belerte belerte "hoşgeldiniz kaç kişisiniz" dedi. Tabi benle annemde baş huysuzlar olarak heralde bu kız sayı saymayı bilmiyor dercesine bir bakıştık. Neyse o soru bakışmakla geçti. İkinci soruya geçtik; Yemek mi, kahve mi? Hadi acıdım ben bu soruya cevap verdim; Kahve!
Bu noktada işte insan bekliyor ki " Kahve içecekseniz sizi şöyle alalım" tarzı birşeyler desin. Kız iki cümlelik kontenjanını tamamladı ya, onun görevi bitti. Yüzüme baktı bön bön!!
Artık dayanamayıp sordum
-Bir yer önerenecek misiniz yoksa ben öylesine gidip oturuyorum
Kızdan cevap;
-İstediğiniz yere geçin hanımefendi
-E öyleyse neden sordunuz yemek mi çay mı diye ?
Gelen cevap içler acısıydı;
-Bana sor dediler...

Büyük bir sessizlik!

Ona o beyni veren yaradanın içi acıyor şu an hissedebiliyorum. Şimdi böyle biriyle muhattap olup nefes tükettiğime mi yanayım?. Bir insanın bu kadar koyun olmasına mı yanayım? Neye yanacağımı bilemedim... Oksijenimi çalıyorlar imdat!!!

22 Kasım 2009 Pazar

Uçaktaki bipolar amca

Belinde kas yırtığı olan annemle yaptığımız acı dolu yolculuğun ve alışveriş yapmak üzere gidilen ve yapılamadan gelinen alışveriş merkezinin acısı içimdeyken Allah’ım bana yukardan sağlam bir tokat savurdu!! Uçakta annemi oturtma çabası içerisindeyken yanımda 10 gündür yıkanmamış yağlı saçlarıyla oturan adamı görmemle felaketler silsilesi başladı..

İlk soru ; - Hasta mı?

Benden gelen buzdolabından yeni çıkmış “evet” i hiç anlamamışçasına ikinci soru geldi

—Fıtık mı?

Cevap : Bilmiyoruz beyefendi!!!!

Adamın refleksi ; Sende ne biliyorsan!!

Evet aldığım bu tepki karşısında bir an donakaldım ama o an annemi oturtmakla o kadar meşguldüm ki dönüp bir cevap bile vermedim.

Adam onun bir koltuk önünde oturan “Filiz” isimli karısına benim annemi oturtuşumun bütün detaylarını anlattı ve bir eliyle de uçağın duvarına ritmik bir şekilde vurmaya başladı. Hiç durmadan bir yarım saat kadar vurdu. Bu yarım saatin geçişiyle duvara vurulan ele sallanan bacaklar eklendi. Tabi bu sırada uçak ekibi tarafından ikramlar dağıtılmaya başlandı. Kafamın üstünden geçmekte olan kaynar çayına, bir kaplan edasıyla atlayıp beni ezmek suretiyle kavuştu ve arkasından gelen cümleler silsilesi;


- Filiz, bu çayda iyi demlenmemiş!

- Filiz ben bu keki sevmedim yicen mi!!! vs. vs…..


Tabi ben bu diyaloglar sebebiyle kıpkırmızı olup acı çeken anneme hiç bir şey belli etmemeye çalışıyorum ama ne fayda… Adam boş durur mu hiç?! Duvara vurmaktan vazgeçen şahıs ikram edilen üstü jelatinle kaplanmış olan suyla aritmik tempolar oluşturmaya başladı!! Aman yarabbi yazarken acı çekiyorum !!!

Neyse sonunda uçak inişe geçti, bu işkence bitti sanıyorsanız yanılıyorsunuz!! Ben tamamen annemi oturduğu koltuktan kaldırmaya konsantre olmuştum ki üstümde debelenip yukarıdan çantasını almaya çalışan amcanın dirsek ve diz vuruşlarına maruz kaldım. İnanamıyorum sadece inanamıyorum!!! Yarabbi böyle bir uçak yolculuğunu düşmanıma verme!!!